Featured Video Play Icon

Görsel Antropolojide bir Deney

Ağustos 2018’de, bu serginin özel bir sunumu, görsel antropolojide bir deney olarak gerçekleştirildi. Avrupa meydanlarının görüntüleri, Yunanistan’daki yüksek Pindus Dağları’nın küçük, genelde izole edilmiş ve çok iyi bilinmeyen veya sadece turistlerin tarafından ziyaret edilen Aromenlerin yerleşimlerine kadar ulaştı. Sakinleri, daha çok sözlü olarak kullanılan ve bugünlerde yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan yeni-Latince’ye ait bir dilli konuşmaktadır. Birkaç istisna dışında, genç kuşaklar bu dilde konuşmuyorlar. Sergi, önceden haber vermeksizin, yerel makamların izni ile kuruldu. Etkinlik tam olarak eski ve ilginç mimari özelliklere sahip bu taş yerleşimlerin ana meydanlarında düzenlendi. Yerliler, daha iyi tanınmış diğer Avrupa meydanların yanında, kendi meydanların resimlerini görünce şaşırıp kaldılar.

Bu serginin sahibi, antropolog Cătălin D. Constantin, son yıllarda bu bölgeye sık sık dönerek saha çalışmalarında bulundu. Bu konu ‘Avrupa Meydanları ve Öyküleri’ adlı kitabının bir bölümünde daha geniş bir şekilde aktarılıyor. Bu nedenle, serginin düzenlendiği iki yerleşim yerlerinde, bazılarıyla yakın arkadaşlık kurduğu, birçok sakinleri tanıyor. Calarli ve Seracu yerleşim yerlerinin Yunanca adları Kalaritles ve Syrako’dur. Bugünlerde git gide azalan pastoral göçebeliğinin bir sonucu olarak, Kalarites ve Syrako’nun özel bir yaşam tarzı vardır. Yaz aylarında yaşam ve insanlarla dolup nüfusu yüzlerce hatta binlerceye yükselir. Ancak kışın, yoğun kar yağışı nedeni ile bu yerlerde ancak altı ya da yedi kişi yaşar. Bundan dolayı, tarihte kalıcı yerleşik topluluklarla kıyasla bu topluluk, geleneksel olarak, daha farklı kurallar ve düzenlemelere uygun yaşamlarını sürdürmektedir. Yerleşimin meydanı ve topluluğun yeniden bir araya geldiği yaz aylarındaki sosyal faaliyetleri, sosyal bağların korunması açısından oldukça önemlidir. Hatta, bu yerleşimlerin doğuşu, Pindu dağlardaki herhangi bir Aromen köyünün meydanında bulunan asırlık çınar ağaçlarıyla bağlantılı olduğunu söylenebilir.

Geleneksel olarak, eski zamanlarda, bir yerleşim yeri kurmadan önce, Aromenler Tanrı’dan evlerini kuracakları yerinin korunmuş bir bölgede ve yaşamaya uygun olduğuna dair bir işaret isterlermiş. Seçtikleri yerde önceden bir ağaç, genelde bir çınar, dikerlerdi ve birkaç yıl içinde, sağlam büyüdüğünü gördükten sonra, burasının yaşamak için iyi bir yer olacağının bir işareti olarak algılanıyormuş. Köyün meydanı ise bu ağacın etrafına kuruluyormuş. Daha sonra evler inşa ediliyormuş. Meydan ve onun ortasındaki ağaç, topluluğun merkezi ve sembolü haline gelirmiş. Bunu nedenini araştırınca meydanda, ritüel veya günlük olarak, geçirilen zaman, yılın geri kalan aylarında yayılmış olan toplumu yeniden bir araya toplayıp güçlendiriyordu.

Bu iki yerin tarihi ilgi çekicidir. Hem Aromenler için, hem de Yunanlılar için önemlidir. Her ikisi de, 17. yüzyılında, çobanlığın yanı sıra sakinlerinin temel mesleği altın ve gümüş işlemesi  olduğunu görülmüştür. Yasal olarak korunan günümüzdeki devasa taş mimarisinin özellikleri ancak bu şekilde açıklanılabilir. Bulgari gibi dünyaca ünlü kuyumcuların diğer ailelerin kökleri Kalarites’ten gelmektedir. Modern Yunanistan’ın ilk başbakanı Ioannis Kolettis ve şair Kostas Krystallis, Syrako’da doğdular. Napolyon’un Rusya seferindeki asker üniformaları için kullanılmış kumaş türü Syrako’da dokunuyordu. Koyun yünü ve keçi kıllarının karışımından oluşan tarihteki ilk su geçirmez kumaştı. Napolyon’dan çok önce, çobanların tarafından kötü havalarda kullanılırdı.

Saha Günlüğünden Alıntılar

Sergi, Cota’nın katırlarıyla taşındı, çünkü köye araba ile girmek mümkün değildir. Meydanda, kiliseden yeni dönen ve oradaki kafede de duranların şaşkın bakışlarının altında sergiyi düzenledik. Pazar gününü bilerek seçmiştim. Yavaş yavaş diğer ziyaretçiler de ortaya çıktı. Sırasıyla tüm köy, iki saatten kısa bir sürede, meydanlarında düzenlenen ilk sergiye geldi. Tănase buradaki evleri taş levhalarla örten ustadır. Kendisini 2014 kışından beri tanıyorum. Cota’nın erkek ve kız kardeşleri de oradaydı. Syrako’daki Anastasios’u. Napolyon… Hatta birkaç turist bile.

Vasilis durmadan fotoğraf çekti. Kendisiyle iki gündür tanışıyorum. Geldiğimin ilk sabahı, sergiyi ya da kim olduğumu bilmeden önce, beni Călarli’nin çıkışında bulunan taşlı sokakta birdenbire durdurmuş, ilginç bir adam olduğumu ve bana bir kahve ısmarlamak istediğini söylemişti. Bir şekilde oranın hem yabancısı, hem de yerlisi olduğumu anlamıştı. Kendisi emekliliğe ayrılmış, oldukça seyahat eden, iktisatçı olarak çalışmış biridir. Atina’da yaşıyor ve maddi durumu iyidir. Köyde doğmamıştı; Călarli’yi ilk kez 14 yaşındayken dedesini ziyaret ettiğinde görmüştü. O dönemlerde Aromence’yi öğrendi ve bu bölgeye aşık oldu. Yerel kilisedeki komünyon ayına katılmak için yılda sadece bir kez geliyor. Yunanistan’da, bir köyün girişindeki tavernada kahve içerken aynı anda yedi dağı görebileceğiniz tek yer Călarli’dir diyor.

(…)

Ustalarından biri, dronun çektiği köy fotoğrafının önünde yarım saat durmuştu. Sonra beni çağırdı, fotoğrafın iyi yerleştirilmediğini açıkça söyledi. Diğer resimlerden farklı, tahtayı dikey değil, yatay olarak ayarlamak zorunda kaldım; bu şekilde evleri (onun birkaç tane yan yana evi vardır) düz bir şekilde göründü. Ardından, yukarıdan görülen her şeyi bana Aromence anlatmaya başladı. Sonra, ekrandaki diğer görüntüler hakkında kendisine ayrıntılı açıklamalar yapmamı istedi. Kısa sürede serginin rehberi ve küratörü oldu ve meydandan geçen her ziyaretçiye neyin ve nasıl olduğunu açıkladı. Neredeyse bana hiç gerek kalmamıştı. Oğlu, meydandaki kafenin sahibidir. Genç ve çok iyi biridir. Sadece Yunanca konuştuğu için zor olsa da bir şekilde anlaşıp sohbet edebiliriz. Cep telefonuyla serginin fotoğraflarını çekti ve onları kafenin Facebook sayfasına yükledi. Resimler, Yunanistan’da yaşayan Ulah’larının Facebook gruplarında yaygın bir şekilde paylaşıldı.

(…)

4-5 yaşlarında iki güzel çocuk, kız ve erkek kardeş sevinçle doluydu. Tănase’nin yeğenleri olduklarını düşündüm – kardeşinin çocukları. Erkek çocuk bana aniden yaklaştı ve kameramı kararlı bir şekilde aldı. Birkaç kilo ağırlığında olduğu için zar zor tutabiliyordu. Kız kardeşini neşeli bir komutla dizilen fotoğraf sırasına gönderdi. Kendisinden bir ya da iki yaş ufak olan kız kardeşi, profesyonel bir model gibi pozlar vermeye başladı. Gerçekten nasıl poz vereceğini biliyordu. Koşarak ona doğru gelmesini istedi. Birkaç farklı çekim ve açı denediler. Benimle Yunanca konuştular, her şeyi mükemmel anlıyormuşum gibi tepki gösterdiler. Onlara başka dilde cevap vermemi hiç umursamadılar. İlginç ve doğal diyaloğumuz bu şekilde yaklaşık olarak dört saat kadar sürdükten sonra, çocuğunun çektiği bir dizi oldukça başarılı fotoğrafla sonuçlandı. Bazı resimleri kesinlikle doğru bir şekilde çekmişti. Kendisine, ağır kamerayı tutmada yardım etmek zorunda kaldım çünkü pes edecek gibi değildi. Hangi düğmeye basılacağını ve merceğin nasıl yönlendirileceğini tam olarak biliyordu. Muhtemelen farkında olmadan beni dikkatle izlemişti. Gözlemlenen gözlemci, araştırılan araştırmacıydı kendisi.

(…)

Öğleden sonra, komşu köy Syrrako / Seracu’daki torunların “heyeti”, sergiyi görmek için Kalarites / Calarli’ye geldi. Yaklaşık iki saat yürüyerek geldiler, çünkü iki köy, kısa bir mesafede olmasına rağmen, derin ve dik bir vadi ile ayrılır. Kısacası bana şunları söylediler: dün komşu bir köy olan Matzuki ile futbol maçını kazandılar, Romanya’dan getirilen Karpat köpeklerine sahip olduklarını, köylerinin sergiyi düzenlediğim köyden daha güzel olduğunu, buradaki manzaranın Romanya’daki manzaradan çok daha güzel olduğunu fakat kızlarımız onlarınkinden daha güzeldir, köylerde “ülkenizle aynı dili / „the same language as in your country” konuşuyorlar.  Her şey İngilizce, çok düzgün bir İngilizce kullanarak söylediler. Aromence’yı öğrenmedikleri için bilmiyorlardı  ama, her şeyi büyük bir heyecanla anlattılar! Gençlerin arasında, Syrako’da yaşayan 81 yaşındaki Aromen Barba Lefterie’nin torunları da vardı. Bana, benim için çok değerli olan hayatımın ilk kancasını veren ve iki yıl önce Bükreş’te beni ziyaret eden kendisidir. Gece komşu köyün meydanında, yani Syrrako’da sona erdi, çünkü Barba Lefterie bizi akşam arayıp Aia Sotiria’da düzenlenecek kutlamaya beklediğini söylemişti. Büyük ihtimalle hem bizi görmek, hem de kız kuzenim Carmen’in öğleden sonra Călarli meydanında yeğenlerinin yemeklerini ödediğinden misafirperverlik göstermek istiyordu.

(…)

Yalıtılmış bir yerleşim yerinde yaşayan küçük bir topluluğun bu fotoğraflara karşı olan tepkilerini izlemek istedim. Yani yerlilerinin, diğer meydanlarla ve tanınmış yerlerle bağlantılı bir şekilde, daha önce hiç görmedikleri bir perspektiften fotoğraflanmış kendi yerleşimlerine ilişkin algılarını görmek istedim. Antropolojik teoride, antropolog tarafından toplanan bilgilerin yayınlandıktan sonra araştırılan topluluğa “eve dönmesi” gerekliliğinden bahsedilmektedir. Görsel bir formülle Kalarites’te yaptığım şey tam da buydu. Ancak kitabım da sergide mevcuttu, ona da göz atıldı, elbette ki içerdiği resimler için de istendi. Sergide sunulan görüntüleri satın almak için en çok teklif aldığım yer burada oldu. Her görüntünün tek bir kopyasına sahip olduğum için satılık olmadıklarını söylediğimde hepsi hayal kırıklığına uğradı. Sonunda, ilk kışta Dan ile birlikte Callarli’ye vardığımızda durduğumuz ilk yer olan kafeteryasına koymak üzere, dronla alınan görüntüsünü, onu taşıyan panoyla birlikte Napolyon’a hediye etmiştim.